SÜNNETİN TARİHÇESİ

Hz. İbrahim’in seksen yaşlarında Kaddüm köyünde sünnet olduğu rivayet edilir (Buhâri, Enbiyâ, 8; Müslim, Fedâil, 151; Müsned-i Şamiyyin, I, 88). Ebu Hureyre’den gelen bir rivayette “Kaddüm” yerine “kadum” ifadesi kullanılmıştır ki o zaman ifade “bir marangoz aleti olan keserle sünnet oldu” anlamına gelmekted ir. Ayrıca onun 70 veya 120 yaşlarında olduğu da rivayet edilmiştir. Hz. İbrahim sünnet olmuştur. İsrail oğulları arasında câri olan Tevrat’ın hükmü de böyle idi. İsa (a.s)’ya kadar böyle devam etmişken sonradan hıristiyanlar bu âdeti bozmuş ve “hıtan”, kalbin guffesini (kalbi bürüyen perdeyi) atmaktır, şeklinde yanlış bir yorumla sünneti bırakmışlardır (Tecridi-Sarin Tercümesi, IX, 112).
Başka bir rivayette de şöyle denilmekt edir: “Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim’dir” (Muvatta, Sıfatu’n-Nebî’, 4). Sünnet olmak ondan sonra bütün peygamberlerde ve onlara uyanlarda devam etmiş, Peygamberimiz (s.a.s) peygamber olarak gönderilinceye kadar sürüp gitmiştir.
Rivayete göre, Peygamber lerin bazıları sünnetli olarak dünyaya gelmişlerdir. Bunların sayısı 10-17 kadardır. İmam Suyuti bunlardan bir kısmını bir şiirle ifade etmiştir. Bunlar Adem, Şit, Nuh, Sam, İdris, Musa, Salih, Lut, Yusuf, Şuayb, Yunus, Süleyman, Yahya ve Hz. İsa (a.s)’dır. Şiirin sonu “Hatem”le biterki maksat Hz. Peygamberdir. Hz. Peygamber’in sünnetli doğduğuna dair (bk. İbn Haldun, Mukaddime, İstanbul 1970, II, s. 400; Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, İstanbul 1972, I, 59). Bazı rivayetlere göre ise doğumunun yedinci gününde dedesi bir ziyafet vererek onu sünnet ettirmiştir.
İslam öncesi Arabistan’da sünnet bir Hijyen tedbiri olarak düşünülmüştür (M. Hamidulla h, İslâm Peygamber i, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1973, s. 291). Araplarda sünnet bir temizlik ve güzelleşme operasyonu olarak kabul edilir. Bundan dolayı sünnet karşılığında “taharet” kelimesi de kullanılmaktadır (Karslızade Cemaletti n, Me’debetül-Hıtân, İstanbul 1252 H., s. 7).
Atası Hz. İbrahim’in bu güzel geleneğini Hz. Peygamber de devam ettirmiştir. “O, sünnet hükümdarı” olarak anılmıştır. Buhârî’nin vahyin başlangıcına dair kitabında Şam piskoposu İbnu’n-Natur’un bir ifadesine yer verir. Buna göre yıldızlara bakarak kehanette bulunmada mâhir olan Herakelias bir gece “hıtan melikinin zuhur ettiğini görür. Tam bu sıralarda Hz. Peygamber’in elçisi kendisine gelmişti. Elçinin kendisi de sünnetli idi”. Olay sünnetin İslam’ın ilk müesseselerinden biri olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber, ileri yaşlarda müslüman olanlara, 80 yaşlarında da olsalar “Üzerinizdeki (İslâm’ın hoşlanmadığı) fazla kılları temizle, traş et ve sünnet ol” buyururdu (Kenzul-Ummâl, I, 263).
Usaym b. Kelib’in babasından, onun da dedesinden naklettiği rivâyete göre, dedesi demiş ki: “Peygamber imiz (s.a.s)’e geldim ve İslamiyeti kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdular: Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol” (Ahmed İbn Hanbel III, 415; Ebu Davud, Tahare, 129).
Sünnet organının uç kısmını örten derinin en azından yarısının kesilmesidir. Yarıdan az kesilmesi halinde tekrarlan ması gerekir. Ebu’s-Suud Efendi buna gerek olmadığı şeklinde fetva vermiştir (M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhu Î-İslam Ebu’s-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul 1972 s.35).
Bazı toplumlar da, kızlarda erkekler gibi sünnet edilirler . Daha çok gizli olarak icra edilen bu sünnet Mısır, Arabistan ve Cava’da yaşayan müslümanların bir kısmında halen mevcuttur . Bu toplumlar da İslamiyet öncesi de sünnetin varlığı bilinmekt edir. İslâmiyetin zuhuruyla İslâmi bir anlam kazanmıştır. Bütün İslam dünyası dikkate alınırsa azınlıkta kalan yerel bir âdet olarak görülür (A.J. Wensinck, Hiton, IA, VlI, s. 543).
Klitoris üzerindeki küçük bir parçanın kesilmesi olan, kadınların sünneti rivayete göre Hz. İbrahim zamanından kalmıştır ve ilk sünnet olan hanım Hz. Hacer’dir (Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Z. K. Uğan, Ankara 1954, I, 371).
Hz. Peygamber, “Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir” (Ahmed b. Hanbel, V, 75; Ebu Davud Edeb, 167; el-Fethu’r-Rabbânî, XVII, 1312) buyurur. Bu sünnet, Ebu Hanife ve İmam Malik’e göre mutlak sünnet, Ahmed b. Hanbel’e göre erkeğe vacib, hanımlar için sünnettir. Şafiî erkek ve kadın arasında vucûb bakımdan bir fark görmemiştir (el-Fethu’r-Rabbanî, XVII, 1312). Çoğunluğu hanefi olan Türklerde kadınlar sünnet edilmezle r. Ebu’s-Suud Efendi kendisine yöneltilen; “Diyar-ı Arap’da avratları sünnet ederler. Bu fiil sünnet midir?” sorusuna “el-Cevap: Müstehaptır” şeklinde cevap vermiştir (M. Ertuğrul Düzdağ, Şerhul-İslam Ebu’s-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul 1972, s. 35).
Hattabî de; “Sünnet olmak fiili her ne kadar öteki sünnetler arasında sayılıyorsa da ilim adamlarından bir çoğuna göre vacibtir. Çünkü sünnet olmak hem dinin ve hem dindarlığın şiarıdır. Müslüman kimsenin kafirden ayırdedilmesi buna bağlıdır. Savaş alanında öldürülenler arasında sünnetli bir kimseye rastlanılırsa, diğeri de sünnetsiz bulunursa, böyle bir durumda sünnetli kimse üzerine namaz kılınır, defni sağlanır. İslam kabristanına gömülür” demektedir.
Hasan Basrî “Rasûlüllah, (s.a.s) Efendimiz e uyarak bir çok kimseler İslam’a girdi. Siyahı, beyazı, Romalısı, İranlısı, Habeşlisi… Ama bunlardan hiç birinin sünnet olup olmadıkları araştırılmadı. Şayet sünnet olmak vacib olsaydı, sözü edilenler sünnet olmadan İslam dinine kabul edilmezlerdi” demektedir. Ancak bu delil sünnet olmanın ihtiyari olduğu ispatlayacak nitelikte değildir.
Zira araplar zaten kesinlikle sünnet olmakta idiler. Diğer taraftan Yahudilere gelince, bunlarda kesin olarak sünnet olurlardı. Hrıstiyanlara gelince onlardan bir grubu sünnet olurken, diğer bazılarıda olmazdı. İslam dinini kabul eden herkes, ister puta tapan arap olsun, ister yahudi, ister hrıstiyan olsun, İslâmî prensiple rden birinin sünnet olmak olduğunu bilirdi. Bunu bildiği içinde İslam dinini kabul ettikten hemen sonra boy abdesti aldıkları gibi sünnet olurlardı.
Yukarıda Useym b. Kelîb’in dedesinin Peygamber imiz’e gelerek, “Kesin olarak İslâmı seçtim, müslüman oldum” deyince, Rasûlüllah (s.a.s) kendisine; “O halde küfrün kıllarını kendinden temizleyip at ve sünnet ol ” buyurması ve Zührî yoluyla rivayet olunan; Kim İslâm’a girerse, yaşlı da olsa sünnet olsun” anlamındaki hadis, bu hükmü pekiştirmektedir.
Peygamberimiz (s.a.s) ise, ümmetini sürekli hayırlı ve mutlu sonuç getiren işlere yöneltir ve onları başkasından seçip ayıracak hususları öğretirdi. İşlenip işlenmediğinin derinliğine inmek, araştırıp kontrol etmekle yükümlü değildi. Onun bu konuda izlediği yol, İslâma girenleri dış halleri ile kabul etmek ve değerlendirmekten ibaretti. Gizli hallerini ise Allah’a bırakırdı.
İslam hukuk otorite rinin sünnet fiilinin gerekli bir ibadet olmasındaki sebep ve illetleri şöyle göstermişlerdir: Sünnetsiz kimse abdestini ve namazını bozmaya kendisini arzetmiş olur. Çünkü kesilmedik kalan deri, cinsel organının baş kısmını tümüyle kapatmaktadır. İdrar altına girince onu temizlemek hayli güçtür. Böyle bir durumda sağlıklı bir temizlik ancak sünnet olmaya bağlıdır.
Bundan ötürü gerek selef (öncekiler) olsun gerekse halef (sonrakiler) olsun bir çokları sünnetsiz kimsenin imamlığını uygun görmemişler ve yasaklamışlardır. Fakat tek başına kıldığı namazlarda ise, devamlı idrarı damlayan kimse gibi özür sahibi sayılır.
Sünnet ameliyesi konusunda cehalet sonu sebep olunan, özür ve ölüm olaylarında diyet uygulanmıştır (İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, Diyet, 130; V/420; Abdurrezz ak, el-Musannef, IX, 470).
Önce sünnetin tarihsel gelişimi hakkında bilgi vermek istiyorum. Antropologlar sünnetin başlangıcı hakkında görüş birliğine varamamıştır. Sünnetin tarihini M.Ö. 15.000 yıllarındaki taş devrine kadar gittiğini söyleyenler varsa da ancak en eski kanıtlar 6.000 yıl öncesine aittir ve Antik Mısırda sünnetin uygulandığını göstermektedir. Bu döneme ait Mısırlıların ve Babillilerin sünnetli olduklarını gösteren tarihi belgeler ve mumyalar bulunmuştur. Yazılı tarihe göre kurallara bağlı ilk sünnet uygulamaları Yahudi toplumlarda görülür. Tevrat'ın "Genezis 34" adı verilen yaratılış bölümünde sünnet anlatılıyor. Bu geleneğin Yahudilik ile birlikte dini bir içerik ve önem kazandığı da kesin , sünnetin Antropolojik kökeninde tanrılara yapılan adak ve fedakarlığın söz konusu olduğuna yani insanın derisinden bir parça kesilmesi ve kan akıtılmasının yaşam ile ölüm arasındaki gidiş gelişi simgeleyen bir tören olduğuna inanılmaktadır.
Yahudi toplumunda sünnet geleneği giderek din ile halk arasındaki iş birliğinin simgesi Yahudiler için bir kurtuluş garantisi idi. Hz. Musa'nın birinci kitabı olan Tevrat' ın 17. Bölümün lO. Ve 14. Ayetlerinde söyle yazıyordu. " Doğumu izleyen sekiz gün içinde erkek çocuk sünnet edilmelidir. Bu işlemi yaptırmayanlar İsrail topraklarından kovuldu.
İslam kaynakları " Hitan " kelimesi ile adlandırılan sünnetin Arapların arasında İslam öncesinde de bir gelenek olduğunu belirtmektedirler. Ancak sünnetin İslam toplumunda kesin bir görev olarak uygulanması Hz Muhammet tarafından öngörüldükten sonra başladı. Müslüman çocuğu birinci yaşı ile buluğ çağı arasındaki sünnet edilmez ise Müslüman sayılmazdı. Organından kesilen parça hemen toprağa gömülürdü. Sonradan Müslümanlığı kabul edenler ise kaç yaşından sonra kabul ederlerse etsinler hemen sünnet edilirlerdi.
Bugün 20. Yüzyılda tüm Yahudiler ve Müslümanlar ABD nüfusun % 70 i tüm kuzey, orta ve güney Amerika yerlileri, Polinezya ve Avustralya yerlileri, Afrika Kıtasının büyük bir bölümü sünnetlidir.
Sünnet ne kadar erken yapılırsa o kadar iyidir. İlk 20 gün içinde tercih edilebilir.Ancak yılların verdiği tecrübe ve bilgi birikimimle en güzel sünnet yaşı 6 yaş ile 9 yaş arasıdır.Erken olarak 7 gün ile 7 ay arasında yapılan sünnetlerde Sünnet sonrası yara iyileşmesi çabuktur psikolojik bir travma oluşturmaması da ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur. Sünnet genellikle ergenlik çağı öncesi yapılmaktadır. Ülkemizde sünnet mevsimi olarak genellikle yaz ayları tercih edilmektedir. Okulların yaz tatiline girmesi, sünnet olacak çocuğun aile yakınlarının topluca törende bulunması gibi nedenlerden dolayı yaz mevsimi tercih nedenidir. Oysa her yaşta sünnet yapılabilmekle beraber psikanalitik görüşe göre 2- 4 yaş arası çocuklarda kimlik gelişimi, olduğu için bu dönemde yapılacak sünnet esnasında çocuk erkeklik organını kaybetme korkusu, kastrasyon fobisi (iğdiş/hadım edilme korkusu ) yaşayabilir . Bu dönemde gerçek bir sünnet endikasyonu yok ise sünnet ettirmemekte fayda görülmektedir. Bunun dışında sünnetin bir mevsimi yoktur her zaman uygulanabilir.